Federal 7. Atom silahları

Atom enerjisinin barışçı amaçlarla kullanımı ile atom silahları için kullanımını birbirinden gerçekten ayırmanın mümkün olmadığını biraz önce belirtmiştim. Almanya da bu konuda olumsuz deneyler yaşadı. 90'lı yıllarda Hanau'daki bir nükleer firmadan izinsiz ve yasaları çiğneyerek, Pakistan'a malzeme ve teknik bilgi aktarıldı. Pakistanlılar sonra bu Alman teknolojisi sayesinde atom bombalarını ürettiler. Bu yasadışı bir girişimdi. Almanya'da cereyan eden bu olay, yasalara uygun değildi. Ancak görüyoruz ki, olabildi. Askeri amaçlı kullanımı, barışçı kullanımdan ne kadar ayırmak istesek de, bunun kesin bir şekilde mümkün olamayacağını gördük. Pakistan'ın elinde bomba olmasının ne kadar vahim sonuçlar doğurabileceğini, Pakistan ve Hindistan arasındaki son gerginlikte izledik. Dünyanın büyük bir bölümü, bölge barışının iki ülkenin nükleer silahlanmasıyla tehdit edilmesinden, bu silahların neden olabileceği felaketten ötürü endişe içinde.

8. Atom enerjisinin kullanımının gayri-ekonomik oluşu

Başlarken, yeni santrallarla, kendini amorti etmiş eski santralların ayrı değerlendirilmesi gerektiğine değinmiştim. Kaba bir tahminle Türkiye'nin elektrik ihtiyacının atom enerjisiyle sağlanmasının maliyetinin ne kadar olacağını hesaplamaya çalıştım. Bir atom santralı bugün yaklaşık 6 milyar Marka mal oluyor. Altı tane santral inşa edecek olursak, inşaat için 30 milyar Mark gidecektir. Ancak nükleer tesislerin işletmeye alınması için gereken tek maliyet bu kadar değildir. Radyasyon güvenliğinin, kamu güvenliğinin tesis edilmesi gerekir. Personelin en yetkin bir şekilde eğitimi gerekir. Türkiye'nin ayrıca, ülkeye bu maddelerle birlikte know-how ve atom tekniğinin bilgisini getirecek araştırma tesislerine ihtiyacı olacaktır. Sonra ara depoların yapımı gerekecektir ve transferler yapılacaktır. Bütün bunlar ise, 30 milyar Marka ilave olarak 40 milyar Mark daha gerektirir. 70 milyar Mark Türkiye'de nükleer yolla dikkate değer bir elektrik üretimi için gereken herhalde minimum harcamadır. Bu çok büyük para. Türkiye'nin böyle bir harcama yapabilecek durumda olup olmadını değerlendirmek istemiyorum, zaten bunu yapmam da mümkün değil. Bu altı santralın işletme masrafları Alman standartları esas alınırsa, yılda 1 milyar 300 milyon Mark olacaktır. 50 milyar kilovat-saat (kWh) elektrik üretimi baz alınarak hesaplanacak olursa, kilovat-saat başına 14-15 Pfennig düşecektir. Batı Avrupa basınında fiyatlar söz konusu olduğunda, duyduğumuz daima bu rakamlardır. Almanya'da atom elektriğine kilovat-saat başına 4-5 Pfennig ödediğimiz söylenir; ki, bu da gerçektir. Hatta bazıları ucuz yabancı atom elektriğinden, özellikle Rus santrallarında elde edilenden, maliyeti kilovat-saat başına 2-3 Pfennig olandan söz ederler. Ancak belirttiğimiz gibi, bu reaktörler, sermaye maliyeti olmayan, kendini amorti etmiş tesislerdir, ya da Rusya'daki gibi yeterli güvenlik önlemleri uygulamayan reaktörlerdir. Bütün bunlara bir de şu husus eklemek gerekli: Nükleer kazalardan doğan zararlara karşı sigorta yapılmaması. Kaza sonucunda evler tahrip olduğunda, ya da radyoaktif kirlenme meydana geldiğinde hiçbir sigortacı zararı karşılamaya yanaşmamaktadır. Bütün sigorta sözleşmelerinde, sigortanın savaş durumunda ya da nükleer kazalarda geçerli olmayacağı belirtilmiştir. Bu demektir ki, herkes başına gelen zararı -bunun hiçbir zaman gerçek- leşmemesini dilerim-, kendi kendine karşılayacaktır. Atom santrallarının neden olabileceği zararlara karşı yeterli bir sigorta mevcut değildir. Almanya'nın eski nükleer sempatizanı hükümeti 1990'da, atom santrallarının doğabilecek olası tehlikelere karşı sigorta edilmeleri durumunda kilovat-saat başına elektrik maliyetinin ne kadar olacağını hesaplamıştı. Alman Ekonomi Bakanlığının hesabına göre maliyet, kilovat-saat başına 3.5 Mark olacaktı. Bu o kadar yüksek bir rakamdır ki, atom santralının sigorta edilmesi mümkün değildir. Aksi halde toplam Alman sermayesi kısa sürede sigorta şirketlerinin eline geçerdi. Bu düşünülemez bir şeydir. İşte bu nedenle atom santralları sigortalanmadı, oysa rüzgar veya biyokütle tesislerinden elektrik üretirken sigortalamamak gibi bir durum söz konusu değildir. Atom santralları elektrik üreten diğer tesislerle kıyaslandığında, daha başka bir dizi eşitsizlik de dikkati çekmektedir. Almanya'da hala, atom santralı işletmesini suni olarak ucuzlatan sübvansiyonlar söz konusudur -ve hükümet bu sübvansiyonları yavaş yavaş kaldırma yoluna gitmektedir. Atom enerjisine araştırma ve pazara girmesi için ayrılan 40 milyar Markın ise, sözünü bile etmiyorum. Reaktör işleticilerinin kendi başına karşılayamayacağı bu meblağ, vergi mükelleflerinden toplanmıştır. Ben daha çok, bugün hala vergilerle karşılanan, nükleer tesisin işletmesini suni olarak ucuzlatan, ancak yine de ortada gözükmeyen maliyetlerden söz etmek istiyorum. Bunlardan bir tanesi atom santrallarının sökümü için toplanan meblağların vergilendirilmemesidir. Atom santrallarının sökümü için bir birikim yaratılması acilen gerekli ve zorunludur, çünkü bu işlem çok pahalıdır. Türkiye'nin atom elektriği kullanmasının maliyetini hesaplarken bu kalem de dahil edilmiş değildi. Atom tesislerinin sökümü için Almanya'da şimdiye dek 70 milyar Mark toplamış bulunuyoruz. Bu ihtiyat akçelerinden elde edilen faiz gelirleri yeterince vergilendirilmiş değildir. İşte bu nedenle atom santrallarının işletmesinin ucuzlatan haksız bir vergi avantajından söz ediyoruz. Ayrıca gaz ve petrol santrallarından üretilen elektrik eşit muamele görmemektedir. Almanya'da gaz ve petrol, elektrik üretiminde kullanıldıkları takdirde vergilendirilmektedir. Uranyum ise vergilendirilmez. Bu da atom enerjisine avantaj sağlayan eşitsizliklerden biridir. Bütün ayrıcalıklar bir araya geldiğinde, nükleer teknikle elektrik üretiminde haksız avantajlar ortaya çıkmaktadır. Bu avantajları ortadan kaldırmanın çabası içindeyiz. Almanya'da atom enerjisi kullanırken, hep vergi mükellefinin cebinden karşılanan bir problem daha mevcuttur. Yakıt elemanlarının her transfer edilişi halk tarafından şiddetle protesto edilmektedir. Gerçi devletin görevi transferin güvenliğini sağlamaktır. Ancak sadece bu güvenlik için seferber edilen polis kuvveti, vergi mükellefine 500 milyon marktan daha fazlasına mal olmaktadır. Atom enerjisine son vermeyi nihayet başardığımızda, bu masraf kalemi de ortadan kalkacaktır. Size İngiltere'den, atom enerjisinin ekonomik olmadığını çok açık gösteren bir başka hususu aktarmak istiyorum. İngiltere'de enerji sektörünün tamamı özelleştirldi. Yani santrallar, kömür, petrol ve gaz santralları özel alıcılara teklif edildi. Birçoğu da ekonomik, rantabl bir işletme imkanı sağlayan bir alıcı buldu. Sadece atom santralları alıcı bulamadı, çünkü işletme riskleri çok yüksekti. İşte bu nedenle İngiltere'de atom santralları halen devlet tarafından çalıştırılmaktadır. Atom enerjisini terk etmek için Almanya'da şimdilerde sürdürülen tartışma Almanya'da atom enerjisini terk etmek konusundaki tartışmamız henüz sona ermiş değil. Elimizde öncelikle koalisyon hükümetinin kararı var ve tabii ki direnişle de karşılaşıyoruz. Santral işletmecisinin gözünden baktığımızda bunu anlamak mümkün, çünkü bu insanlar yatırım yaptılar ve sermayelerini bir şekilde geri kazanmak istiyorlar. Bu yüzden atom santrallarının siyasi saiklerle kapatılması doğal olarak işletmeciler açısından sorun yaratacaktır. Onun için de yitirdikleri karların karşılığı olarak devletten tazminat talep etmektedirler. Almanya'da bu kavga hala büyük bir kavgadır. Hükümet atom enerjisini, santral işletmecilerine tazminat ödemeye gerek kalmadan terk etmenin yollarını aramaktadır. Yapılan hukuksal inceleme sonucunda hükümet, işletmecilerin elindeki süresiz işletme izinleri için sonradan süre belirleyebileceği sonucuna varmıştır. Toplam işletme süresi yaklaşık 30 yıl alındığı durumda, böyle bir belirleme yasal açıdan mümkün görünmektedir. Bu ise, son atom santralını 2019 yılında kapatabileceğimiz anlamına gelir. İlk üç atom santralı önümüzdeki 3-4 sene içinde kapatılacak, böylece Almanya'da atom enerjisine son verme süreci yavaş yavaş başlayacak ve enerjinin kademeli olarak başka kaynaklardan sağlanmasına geçilebilecektir. Devreye alınışından itibaren toplam 30 yıllık işletme süresini, atom enerjisine karşı hareketin pek çok üyesi çok uzun bulmakta, santralların daha önce kapatılması arzu edilmektedir. Ancak hükümet, sanayiyle hukuksal bir savaşım içine girmeyen güvenli bir yol izleyerek bu işi gerçekleştirmeyi hedeflemektedir. Bu nedenle sorunu müzakerelerle çözmek istiyoruz; hatta geçtiğimiz hafta bu konuda büyük bir adım attık. Kişisel olarak işletmecilerle işbirliği içinde bu sorunu çözebileceğimiz konusunda iyimserim. Ancak santralların daha çabuk kapatılabilmesi için, müzakere yolunun dışında başka yollar da var. Almanya'da değişik elektrik üretim tesisleri arasındaki eşitsiz muameleye artık son vereceğiz. Örneğin elektrik üretiminde kullanılan bütün yakıt elemanlarına adil vergilendirme uygulamak gibi. Böylece şu veya bu atom santralını işletmek ekonomik olmaktan çıkacak, muhtemelen işletmecinin kendisi tesisi durduracaktır. Atom elektriğine alternatifler Almanya'da atom enerjisinden elde edilen elektriğin yerine ne koyacağımız, bizim için çok açık. Kömür, petrol veya doğal gaz gibi fosil enerji kaynaklarının kullanılması iklim değişikliklerine neden olarak, aynı şekilde büyük sorunlar yaratmaktadır; bu nedenle fosil kaynakların kullanımı da sınırlanmak durumundadır. Almanya alternatifler yaratmak konusunda başarı vaat eden çerçeve koşulları içinde, bir hayli yol kat etmiş bulunmaktadır. Birincisi aşırı ölçüde elektrik harcıyoruz. Bu harcamayı azaltmak için, insanlar konforlarından vazgeçmeden, sanayi sıkıntıya girmeden kullanılabilecek birçok teknik olanak var. Enerji tasarrufu önlemlerini artırarak uygulamak istiyoruz. Ancak aynı zamanda elektrik üretiminde verimlilik de acilen gereklidir. Atom santralları ve büyük kömür ya da petrol santralları kullandıkları enerjinin üçte ikisini aslında kullanmamakta, ısıyı örneğin nehir suyunu buharlaştırmak yoluyla israf etmektedir. Nehir suyunu buharlaştırmanın bir anlamı var mı, bilmiyorum; ancak üretim için gerekli enerji büyük ölçüde bunun için kullanılıyor. Elektrik üretimini her evin kendisinin yapması daha anlamlı; evi ısıtmak için gerekli ısıyı üretebileceğimiz ve bunu yaparken aynı zamanda elektrik elde edeceğimiz küçük tesislerle. Isıya ihtiyaç duymadığımız zamanlarda, özellikle yazın, önemli miktarda elektrik üretebileceğimiz ilave enerji kaynakları elimizin altında bulunur: Yenilenebilir enerjiler. Birçok türü ve depolama teknolojileriyle birlikte tek başına yenilenebilir enerji kaynakları, ihtiyacımızı onlarca, yüzlerce yıl güvence altına alabilir. Almanya'da son 10 yılda özellikle rüzgar enerjisinin kullanımında çok ilerledik. Dünyanın diğer ülkelerine bu tekniğin ihraç edilebileceğini umuyoruz. Bu tekniği dünya üzerinde yaygınlaştırmak istiyoruz. Türkiye'de, özellikle batıda, rüzgar enerjisi konusunda büyük bir potansiyel mevcut. Birçok şekilde, özellikle fotovoltaik yolla elektrik üretebilecek diğer bir kaynak ise güneş enerjisidir. Solar ışınlardan diğer bir yararlanma yolu, örneğin oluklu parabolik santrallarla solar-termik elektrik üretimi olabilir. Bu santrallar güneş ışınlarının direkt olduğu durumda, konsantratörler yardımıyla yüksek ısı ve büyük miktarda elektrik üretebilmektedir. Türkiye'nin özellikle güneyinde, bu türden büyük projelerin gerçekleştirilebileceği, direkt güneş ışınlarının yeterli olduğu yerler biliyorum. Almanya'da su gücünü de daha çok kullanmak istiyoruz; ancak büyük, merkezi barajlar yaparak değil. Böyle büyük projeler, sular altında kalacak bölgelerde yaşayan insanların evlerini terk etmelerine neden olarak, başka problemler doğurmakta, ya da nehirdeki su miktarını öylesine azaltmaktadır ki, öteki uluslara artık yeterince su bırakmamaktadır. Böyle büyük baraj projeleri bizim için bir hedef değildir. Konunun dördüncü ayağı biyokütleden yararlanmaktır; burada da çok çeşitli olanaklar mevcuttur. Biyokütle tarımda çöplerden çıkan biyogazın kullanılması, bitkisel yağları ise örneğin motordaki yanmada kullanılması yoluyla, veya katı biyokütlesel yakıt elemanlarıyla yeni uğraş alanları, iş sahaları yaratabilir. Örneğin hidrojeni doğrudan biyokütleden elde etmek için son derece enteresan teknik yöntemler var. Elde edilen hidrojen ise yakıt hücrelerinde elektrik ve ısı üretimi için kullanılabilir. Beşinci olarak, jeotermal enerjinin Türkiye'de büyük bir geleceği olabilir. Isıtma amaçlı olarak Türkiye'de dikkate değer ölçüde kullanılmaktadır. Birkaç ay önce, Türk-Alman jeotermal ortaklık projesini hayata geçirmek üzere oluşturulan ilk girişime imza atmak üzere bizzat İstanbul'a geldim. İzmir yakınlarında 35 megavat gücünde büyük bir santral kurulacak. Bu santral elektrik ve ısı üretecek; ısı sadece ev ısıtmasında değil, seralarda, balık üreticiliğinde kullanılarak tarımda yeni faaliyet alanları açılacak. Projenin maliyeti yaklaşık 100 milyon mark. Atom santralına uyarlayacak olursak; bir atom santralını böyle 30 projeyle, yani santral maliyetinin yaklaşık yarısıyla ikame etmek mümkün. Ve evleri ısıtmak ya da başka şeyler için uranyum satın almanıza, petrol satın almanıza gerek de yok. Ayrıca atmosfere hiç karbondioksit ve radyoaktif madde verilmeyeceği için, çevre açısından da hiçbir sakınca taşımıyor. Almanya ve Türkiye yenilenebilir enerji kaynakları alanında bir işbirliği başlatabilir, rüzgar gücü, fotovoltaik, jeotermal enerji veya biyokütle kullanımı konusunda daha başka projeler hayata geçirebilirse bunu sevinçle karşılarım. Böyle bir adım dünyanın geri kalanı için, Türkiye gibi, büyük miktarda enerji ihtiyacı olan, enerji açlığı içindeki gelişmekte olan bir ülkenin, bu açığını kendi kaynaklarıyla, çevreyi tahrip etmeden, uzun vadeli olarak, her zaman ve güvenli olarak karşılayabileceği konusunda anlamlı bir örnek olurdu. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim.

 

Start Page News Projects Links About Feedback
Last updated 14 April, 2000
© 1997, Egetek Foundation